I) Tıbbi Müdahale Nedir ?
Tıbbi müdahale denilince akla ilk etapta fiziki anlamda hastalık teşhis ve tedavisi için yapılan müdahaleler gelse de; üreme amaçlı tüp bebek tedavisinden kürtaja, dini-örfi amaçlı yapılan sünnete, estetik amaçlı müdahalelere, psikoloji alanındaki seanslara kadar geniş yelpazede yapılan işlemlerin tamamı bu kavrama dahildir.
Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen ve Resmi Gazetede yayımlanan 01.08.1998 tarihli Hasta Hakları Yönetmeliğine göre tıbbi müdahale; “Tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma, hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilen fiziki ve ruhi girişim” olarak tanımlanmıştır.
II) Tıbbi Müdahale Ne Zaman Hukuka Uygundur?
Anayasa madde 17/2 kişi dokunulmazlığını düzenlerken kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağını ifade ettikten sonra tıbbi müdahaleleri bunun dışında tutmuştur. Dolayısıyla tıbbi müdahaleler Anayasanın istisna getirmesiyle hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilecektir. Bu sebeple şartlarına uygun biçimde yapılan tıbbi müdahaleler ceza ya da tazminat sorumluluğu doğurmaz.
Peki müdahale ne zaman hukuka uygundur? Sorunun cevabı için Yönetmeliğe baktığımızda bunun için bir dizi şartın gerektiği görülmekte olup aşağıda bu şartlar tek tek ele alınacaktır.
III) İlk Şart: Hastanın Aydınlatılması Ne Şekilde Yapılmalıdır?
Tıbbi müdahalelerde hukuka uygunluk için ilk şart; hastanın müdahale ile ilgili olarak aydınlatılmasıdır. Yönetmelikte aydınlatma; “yapılması planlanan her türlü tıbbi müdahale öncesinde müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından kişiye gerekli bilginin verilmesi” olarak tanımlanmaktadır.
Aydınlatmanın içeriği;
- Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği,
- Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi,
- Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri,
- Muhtemel komplikasyonları,
- Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri,
- Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri,
- Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri,
- Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği,
Konularını içermelidir.
Yönetmelik hükümlerine göre aydınlatma yapılırken mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde bilgi verilir. Yine bilgilendirmenin bizzat hastaya yapılması ve bu esnada mahremiyetin korunmasına özen gösterilmesi gerekecektir. İstisnai hallerde ise, örneğin yaş küçüklüğünde veliye, kısıtlılık halinde vasiye, hastanın yazılı talebi halinde ise belirlediği üçüncü kişiye bu bilgilendirme yapılabilir.
Bilgilendirmeyi yapacak kişi ise kural olarak tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu, zorunlu hallerde ise hastaya açıklama yapılmak suretiyle bilgilendirme yeterliliğine sahip başka bir sağlık meslek mensubudur.
IV) İkinci Şart: Hastanın Rıza ve Onayı Nasıl Olmalıdır?
Tıbbi müdahaleleri hukuka uygun kılan diğer şart, hastanın rıza ve onayıdır. Yönetmelikte rıza; “Kişinin tıbbi müdahaleyi serbest iradesiyle ve bilgilendirilmiş olarak kabul etmesi” olarak tanımlanmıştır.
Rızanın geçerliliği için ön şart, hastanın yukarıda aktarılan biçimde aydınlatılmış olmasıdır. Rızanın müdahalenin muhtemel sonuç ve komplikasyonlarını içeren bir aydınlatma sonrasında verilmesi şarttır.
Rızanın müdahaleden önce verilmesi önemli olup sonradan alınan bu yöndeki beyan rıza tanımını karşılamamaktadır.
Peki rıza kim tarafından verilecektir? Elbette ki kural olarak rızanın sahibi bizzat hastanın kendisidir. Ancak yaş küçüklüğünde rıza veliler tarafından, akıl hastalığı ve benzer sebeplerle kısıtlılık halinde ise vasi tarafından verilebilecektir. Bu durum 1219 sayılı yasada; “ Tabipler, yapacakları her tür tedavi (ameliye) için hastanın, hasta küçük veya kısıtlı ise veli veya vasisinin öncelikle muvafakatini (rızasını) alırlar” şeklinde düzenlenmiştir.
Acil durumlarda aslında rıza açıklamaya ehil kişiler yönüyle nasıl davranılacağı genel ilkeler kapsamında çözümlenecek olup; örneğin sarhoşluk ya da bilinç kapalılığı hallerinde yapılacak müdahalelerde yaşamın korunması üstün ve öncelikli olduğundan, olayın gerektirdiği biçimde tıbba uygun müdahalelerde varsayılan rızanın olduğu kabul edilecektir. Bu durum Yönetmelikte; “ Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz.” şeklinde açıkça yer almaktadır. Böyle bir durumla karşılaşan hekim, durumu kayıt altına almalı, gerekli müdahaleyi yapmalı ve sonradan bu durum hasta yakınlarına bildirilerek kayıt tamamlanmalıdır. Dolayısıyla böyle bir durumda müdahalede bulunan hekimin sorumluluğuna gidilemez.
Tam aksine acil durumda müdahale edilmemesi sorumluluk doğuracaktır. Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi hükümlerine göre; görevi ve uzmanlığı ne olursa olsun her hekimin, acil vakaların gerektirdiği tıbbi müdahaleleri yapması hukuki bir yükümlülüktür. Zorlayıcı haller istisnası dışında bu ilkeye aykırı davranılması hekimin sorumluluğunu gerektirir.
V) Üçüncü Şart; Kimler Tıbbi Müdahalede Bulunabilir?
Tıbbi müdahaleyi hukuka uygun kılan bir diğer şart, işlemin buna ehil kişilerce yerine getirilmesidir. Bu açıdan asıl yetkili, hekimlerdir. Hekim kavramı diş hekimlerini de kapsamaktadır. Diğer sağlık personelleri yetkili hekim talimatı olmaksızın acil durumlar dışında hastaya müdahale edemez.
Hekim olmanın şartları ve görevlerinin kapsamı 1219 sayılı yasa ve 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanunu hükümlerine göre belirlenecektir. Bu açıdan hekimin uzman ya da pratisyen olması kural olarak tıbbi müdahale yetkisini etkilemese de, işin önemi ve uzmanlığı gerektirdiği ölçüde bazı müdahalelerin uzman hekimlerce yapılması gerekecektir.
Böyle bir yetki olmaksızın yani tıbbi yeterliliği bulunmayan kişinin müdahalesi oluşan neticeye göre cezai ve hukuki sorumluluk doğuracağı gibi duruma göre resmi belgede sahtecilik ve 1219 sayılı yasaya muhalefet suçları da oluşacaktır.
VI) Son Şart; Müdahalenin Gerekliliğinden Ne Anlaşılır?
Hukuka uygun tıbbi müdahalenin son şartı ise, müdahalenin tıp bilimince kabul edilen ilke, yöntem ve kurallara uygun olmasıdır.
Hastalar, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahiptir. Hekimlik ilkelerine ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı mahiyette teşhis ve tedavi yapılamaz. Ayrıca teşhis, tedavi veya korunma maksadı olmaksızın, ölüme veya hayati tehlikeye yol açabilecek veya vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek veya akli veya bedeni mukavemeti azaltabilecek hiçbir şey yapılamaz ve talep de edilemez
Tıbbi müdahalenin gerekliliğinde Endikasyon kavramı da önem taşımaktadır. Endikasyon; hekim tarafından hastaya müdahale edilmesi gerekliliği ve zorunluluğunu ifade eder. Endikasyonun tespitinde, müdahale edilmesi ile edilmemesi arasındaki farklar hekim tarafından değerlendirilecek, gerektiği takdirde bu konuda araştırma ve tetkikler tamamlanarak bir karara varılacaktır. Neticede karar alınmasında en önemli kriter müdahalenin hastaya sağlayacağı faydadır.
Kural olarak tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hale bir endikasyonun varlığı getirmektedir. Ancak bazı müdahaleler mahiyeti gereği endikasyon içermez. Örneğin estetik müdahaleler, organ ve doku nakilleri, çocuk aldırma, sünnet, kısırlaştırma, prenatal tarama ve tanı testleri gibi müdahaleler endikasyon içermez.
İstisnalar dışında endikasyonsuz müdahale hekim sorumluluğuu doğuracaktır. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2017/6006 E 2019/851 K sayılı kararında; bir kararında hekim tarafından üç kez ameliyat edilen ve bir yıl alçı içerisinde kalan hastaya uygulanan bu ameliyatların endikasyonunun bulunmaması nedeniyle tazminata hükmetmiştir. Ancak hekimlerin müdahalelerini şartlarına uygun yaptıkları durumlarda açılan davalarda tazminat talepleri reddolunmaktadır. Örnek olarak Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2021/4333 E 2021/12888 K sayılı kararında; “…Öyle ki manevi tazminata hükmedilebilmesi için yalnız eylem ile ortaya çıkan sonuç arasında illiyet bağı bulunması yeterli olmayıp, bunun yanında diğer şartlarında bulunması gerekmektedir. Buna göre gerek maddi gerekse manevi tazminata hükmedilebilmesi için ortada hukuka aykırı bir eylem ve bu eylem nedeni ile bir zarar yani bu zarar ile eylem arasında bir illiyet bağı ve kusur bulunmalıdır.
Somut olayda davalı hastane çalışanı doktorun kusuru bulunmadığına göre ve bu gerekçe ile de mahkemece maddi tazminat talebi reddedildiğine göre aynı gerekçe ile manevi tazminatın şartları oluşmadığından davacıların manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken…” içtihadıyla ilgili hekim aleyhinde hükmolunan manevi tazminat kararının bozulmasına karar verilmiştir.
*Kişinin cezai ve tazminat sorumluluğunu doğrudan ilgilendiren tıbbi müdahaleden kaynaklı davalarda hak kaybı yaşanmaması adına konusunda uzman bir avukat tarafından dava takibi önem taşımaktadır.
**Yargıtay kararları için; https://karararama.yargitay.gov.tr